
Elinizde tutmuş olduğunuz dergimiz Argasdi’nin, okur ve yazarlarının sahiplendiği bir söz vardır: Yazmak da pratiğin bir parçasıdır diye…
Bunun dikkat çekici ve güzel yanını bu satırları kaleme alırken yaşıyorum. İz Bırakanlar dosya konusu içerisinde şair Fikret Demirağ’ın bıraktığı “iz”leri incelemeye çalışacağım. Kıbrıs Türk Çağdaş Şiiri’nin oluşumunda çok önemli rolü olan Demirağ için; bir yandan, oynatacağım kalem adına eksik bir şey bırakmayayım gailesi ile kaygılanırken, diğer yandan da araştırmaya başlıyorum.
Tam da bu anda ürettikçe yazan, yazdıkça üreten, gelişen, geliştiren bir pratik ile karşılaşıyorum. Bunu yaparken ne ülkede yer alan koşullardan bağımsız kalıyor ne de halkın nabzından uzak… Üstelik bu pratikte yoğrulurken çarpıcı biçimde görülüyor ki Şair Fikret Demirağ’ın kalem oynatmaya başladığı 1950’li yıllarda, Kıbrıslı Türkler’de şiir anlayışı da yoktu. Görünürde böyle bir ihtiyaç da yoktu.
Her dönem olduğu gibi o dönemde de yüksek perdeden tartışılan konu, adanın siyasi açıdan geleceğiydi. Tartışılan da o gelecekte hangi egemen devletin ya da devletlerin söz sahibi olacağı, kimin veya kimlerin bu topraklardan ne kadar nemalanacağıydı. Tıpkı bugün gibi… Kıbrıs tarihini biraz olsun bilenler anımsayacaktır ki; tarih boyunca ada üzerine çok fazla söz söylendi. Bu sözlerin arasında egemenlerce bile isteye eksik bırakılan ses, bu topraklarda yaşayan halkların özgür ve özgün iradesinin sesiydi!
Öyle tahmin ediyorum ki Fikret Demirağ, o eksik sesi sanatın dönüştürücü gücünü kullanarak şiir ile yükseltmenin arzusundaydı. Bugünden bakıldığında temel atmaydı onunkisi bir anlamda…
Şiirlerle doldurulan temel pabucu biraz eşelendiğinde “Tutku” çıkıyor karşımıza. 1960 yılında yayımlanan ve ilk şiir kitabı olma özelliğini taşıyan Tutku’nun ardından hız kesmeden aynı yıl yayımladığı “İkinin Yaşamı” isimli şiir kitabıyla bu yolculuk başladı. “İkinin Yaşamı” o yıllarda adada hakim olan şöven anlayışa da göndermeler barındırır.
Devam eden yıllarda adada patlayan silah seslerine rağmen tutkusundan vazgeçmez ve 1962 yılında “Esperanza,” 1963 yılında “Açar Yörüngeler Çiçeği,” 1965 yılında “Aşkımızın Şarkıları” ve 1968 yılında “Kısa Şiirler Durağı” isimli şiir kitaplarını yayımlar. Artık kalemi olgunlaşmıştı. Yazdığı satırların halkta da oluşan sanat çevresinde de büyük bir karşılığı vardı. Ufkunun ne kadar geniş olduğu, ta o yıllarda geliştirdiği evrensel temadan da şiirlerini yoğurduğu toplumcu anlayıştan da anlaşılıyordu.
Savaş sonucunda adada yaşanan bölünme ve peşinden gün yüzüne çıkan acılar ile halkta azalan umuda ilişkin söyleyecekleri vardı. 1972 yılında “Ötme Keklik Ölürüm,” 1974 yılında “Dayan Yüreğim,” 1978 yılında “Umut ve Dehşet Çağından Şiirler,” 1982 yılında “Dinle Şarkımı,” 1984 yılında “Akdenizli Şiirler ve Aşk Sözleri” 1985 yılında “Şu Müthiş Savaş Yılları” ile birlikte 1986 yılında sırasıyla “Adıyla Yaralı” ve “Rüzgarda Ozan Türküleri” isimli yeni şiir kitaplarını yazar.
Yıllar geçiyor ve artık 1990’lı yıllar itibariyle dünya olduğundan başka bir hal alıyordu. O başkalaşan dünyada, boyundan çok büyük sorunlarla karşılaşan ülkesi ve halkı için; tarihsel tanıklık ve aydın sorumluluğu gereği; 1992 yılında “Acılı Bir Yurt İçin” ismini vereceği dört kitaplık şiir dizisine başlar. Serinin tümüne sorgulama yedirilir…
“Limnidi Ateşinden Bu Güne” isimli serinin ilk kitabında, karanlıkta kalan binlerce yıllık tarihimizi kalemiyle aydınlatan usta şair, devam kitabı olan Hüzün Ana’da sorgulamayı trajediyle anlatır. Serinin ilk kitabının aksine, daha gündelik bir söylem de vardır, olay örgüsü içerisinde imgelemeler de. Anne (ana) imgesiyle, üzerine bastığı toprakları, ülkesini ve adayı bütünler örneğin…
Serinin üçüncü, aynı cilt içinde yer alan ilk kitabı olan “Sırı Dökülmüş Kökayna” kitabında ise duygu bambaşkadır. Şair Demirağ çocukluk yıllarına döner bu kitapta. Bu dönüşün gerekçesi dönemin şaşasından ya da boş bir özlem duygusundan ibaret değildir: Gerekçe, o günlerde halklar arasında var olmayan ama artık var olan ırkçılık ve azalan insani değerler ile dayanışmadır sanki…
Günümüz sosyal, kültürel ve siyasal yaşamında da ciddi derecede ihtiyaç duyulan bu bütüncül yaklaşım aynı ciltte yer alan Yalnızlık, Gece Müziği isimli ikinci kitabında başka biçimde devam ediyordu. Toprağa ve hayata yabancılaşan, bencillikten tanınmaz hale gelen Kıbrıs insanına sesleniyordu yazdığı satırlarda…
1994 yılında “Seçme Şiirler,” 1996 yılında “Şiirin Vaktine Mezmur,” 1998 “Eros’un Oku” ve 1999 yılında “Alfa ve Omega” isimli kitaplarla tamamlanır şiir serüveni.
Fikret Demirağ, kalemi eline aldığı ilk gün Çağdaş Kıbrıslı Türk Şiiri’nin oluşumuna sağladığı büyük destekten habersizdi şüphesiz. Zaten “Fikret Demirağ Tüm Eserleri” kitabında, bir diğer usta kalem Neşe Yaşın’ın “Tarihe Karşı Şair Duruşu” başlıklı yazısında Meksikalı şair Octavio Paz’a ait “Şiir ötedeki sestir; ne tarihin, ne de anti-tarihin sözüdür; tarihte hep başka bir söylenen sestir.” sözlerine atıfta bulunarak Demirağ’ı işaret etmesi; Çağdaş Şiir Edebiyatı‘na attığı temelin gücünü göstermekteydi.
Son olarak eserlerinde, insan dediği yerde de etnik imlemeden çok insan malzemesini kullanmayı bilen bir dil inşa etmesi günümüzün önemli ihtiyaçlarından biri değil mi sizce de…
Kırk yıldan fazla kalem oynattığı bu süreçte, vurgusunu barış, eşitlik ve adalet ekseninden ayırmayıp, güçlü kaleminin yanında, oluşturduğu “sen, ben, biz birbirimizin çaresiyiz” dili ve bıraktığı tüm “izler” ile Fikret Demirağ, yolumuzun karartıldığı bu coğrafyada önümüzü aydınlatmaya devam ediyor.
Kaynak:
Fikret Demirağ Tüm Eserleri