
Mehmet Seyis ile hayatını konuşacağımız bir sözlü tarih çalışması için anlaştıktan kısa bir süre sonra yüz yüze buluşma tarihini de kararlaştırdık. Anlaştık desem de, bu işe girişmenin çok kolay olduğunu sanmayın. Çünkü Mehmet abi, kendini değerli kılan özelliklerinden biri olarak da hayatını konuşmaya mütevaziliği gereği pek de gönüllü değildi. O, kendinden ziyade başkanlık da dahil çeşitli kademelerinde yıllarca görevler üstlendiği Devrimci İşçi Sendikaları Federasyonu’nun (Dev-İş) kapsamlı bir tarihinin yazılmasından yanaydı. Fakat böyle bir çalışma hem benim boyumu aşardı hem de esas niyetim onun mücadele dolu hayatı üzerinden Dev-İş’in geçmişine değinmekti. Çünkü Mehmet Seyis, sol hareketin sınıf ve barış mücadelesi başta olmak üzere temel değerleri için sembol bir isimdi.
Epey bir ayak diretse de sonunda biyografik bir sözlü tarih çalışması için kendini konuşmayı kabul etti. Ancak Mehmet abi ağır hastaydı ve kendisiyle her an buluşmak mümkün değildi. Bu yüzden anlaşmamızın ardından kendimi bildim bileli yaşadıkları Mağusa Baflılar mahallesindeki evine sadece bir kere gidebildim. Sadece çocukluk ve bir miktar da gençlik yıllarını konuşabildiğimiz bu görüşmenin hemen ardından da pandemi süreci başladı ve görüşme imkânımız daha da zora girdi. Kitap için yapabildiğimiz tek görüşmenin ardından bir araya gelmemiz sadece ziyaret amaçlı olarak gittiğim Lefkoşa Hastanesi’nde olabildi ve birkaç kere de telefon üzerinden konuşabildik. 18 Ağustos 2023’ten yaşamını yitireceği tarihe kadar da bir daha buluşamadık ve dolayısıyla onun hayatını konuşacağımız çalışma maalesef mümkün olamadı. Bu sebeple okuduğunuz bu kısacık yazı da onu anlatmaya yetmeyecek çok sınırlı bilgim üzerinden kaleme alınıyor.
1958 yılında Mağusa’da doğan Mehmet Seyis, bilinen ve 1970 yıllarda Sanayi Holding’te başlayan işçilik yaşamına esas olarak çocukluk yıllarından itibaren dahil oldu. Küçük yaşlarda babasının Mağusa kale içindeki kahvehanesinde çıraklık yapmaya başladı. Kale içinin Kıbrıslı Elenlerin girişine kapatılmış olduğu o yıllarda, kahvenin müdavimleri sabah uğrayan Kıbrıslı Türk işçilerdi. Maraş’ta çalışan inşaat işçileri ve limanda çalışan işçiler Mehmet Seyis’in babasına ait kahvede buluşarak işe giderken çalışma yaşamına dair gündemlerini de, yaratılan baskı ortamını da konuşabildikleri kadar o kahvede de konuşurlardı. Bu işçiler arasında toplumlar arası çatışmalar başlamadan önce PEO’da örgütlenen ve hatta hapse atılmış insanlar dahi vardır. Mehmet Seyis, işçi sınıfının koşullarını ve buna bağlı olarak yaşadıkları sorunları o yaşlardan duymaya ve tanımaya başladı.
1972 yılından itibaren Londra’dan dönen abisi kahveyi devralırken, kahve de hem gençlerin buluştuğu hem de sol fikirlerin yayıldığı bir mekâna dönüştü. Bu dönüşüm de Mehmet Seyis’in sempati düzeyinde olan sola yönelişini daha da arttırdı. Gündelikçi olarak liman işçiliği yapsa da fabrikalardaki işçi yaşamı 1974 sonrasında KİT olarak kurulan Sanayi Holding’te başladı. İşe başladığı gün DEV-İŞ üyesi olarak sendikal örgütlülüğe de dahil oldu ve yaşamını yitirdiği güne kadar emekli bürosunda bu örgütlülüğünü sürdürdü.
Bildiğim kadarıyla Sanayi Holding’e bağlı sünger ve boya gibi üretimlerin yapıldığı fabrikalarda çalışan Mehmet Seyis, kısa sürede iş yeri temsilcisi görevlerini üstlendi ve 20’li yaşlarda sendika yönetimine girdi. Kıbrıslı Türkleri üretimden koparmak amacıyla Sanayi Holding’in tasfiyesine girişildiği 80’li yıllar ortasında işten atılan Seyis kamyon şoförlüğüne başladı. Bu dönemde Devrimci Genel-İş yönetiminde yer alırken bir müddet sonra Federasyon yönetimine de girdi. DEV-İŞ yönetimine dahil olmasının üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra ise sendika profesyoneli olarak çalışmaya başladı. Üretim yapan işyerlerinin yok edildiği uzunca bir süreç içerisinde, sendikal mücadele, çeşitli direnişlerle sürece karşı çıkılsa da bir daralma yaşadı. Bu kötü dönemden nasibini alanlar arasında en büyük paylardan biri DEV-İŞ’e düştü desek sanırım yanılmayız.
Fakat Mehmet Seyis’in “solun” başını çekenlerin dahi kafasını allak bullak eden bir toz duman içinde emeğin safında kalan az insandan biri olduğunun altını çizmeliyiz. DEV-İŞ’in CTP ile olan yakın ilişkisi düşünüldüğünde sendika yönetiminde yer aldığı bu uzun sürecin her zaman CTP paralelinde gittiği düşünülebilir fakat Mehmet Seyis’in bu süreçleri böyle yaşadığı iddia edilemez. O dönem CTP’yi dahi karşısına almıştır.
Mehmet Seyis sınıf bilincine sahip bir insan olarak emek hareketinin Kıbrıs’ta yaşadığı gerilemenin dünyadan bağımsız olmadığını, dolayısıyla bu gerilemenin de ancak küresel bir yükselişle aşılabileceğinin farkındaydı. Dolayısıyla mücadelenin enternasyonal karakterine ve gerekliliğine her zaman vurgu yaptı. Hastalığı sonrası görevden ayrıldıktan sonra verdiği demeçlerde dahi Kıbrıslı Türk emek hareketinin dünya işçi sınıfıyla dayanışma mecburiyetine vurgu yapardı. Seyis bunu, Kıbrıslı Türklerin yarım asırdır hapsedildiği anomali koşullarına rağmen vurguluyordu. Çünkü o, Ankara’nın dayattığı politikaları da dünyadan bağımsız ele almamıştı. 6 Mart 2015’te Yeni Düzen gazetesine verdiği bir röportajda şöyle diyordu: “…bizde Türkiye’deki hükümetlerin oynadığı rol, Türkiye’de ve diğer ülkelerde de Dünya Bankası’nın, IMF’nin, Troyka’nın oynadığı rolün aynısı aslında. Benzer dayatmaları diğer ülkelere de IMF, Dünya Bankası, şimdi Troyka yapıyor. Bizim IMF’miz de Türkiye…”
Hükümetlerin uyguladığı neoliberal politikaları böyle geniş ve doğru bağlamda alan bir sendikal anlayış bugün maalesef çok sınırlıdır. Kıbrıs sorununu ve dolayısıyla da Ankara hükümetlerinin dayatmalarını, sınıf mücadelesini büyütmek yerine ertelemek üzere ele alan bir sendikal hareket bugün baskın haldedir. Sendikal hareketin genel gidişatının aksine Mehmet Seyis’in sınıf merkezli olan anlayışı, onun tarihsel olarak parçası olduğu CTP hareketine dahi karşı duruş sergilemesini sağlamıştır.
Öte yandan Mehmet Seyis, sendikal mücadeleyi hiçbir zaman ekonomik kazanımlarla sınırlı görmedi. Barış ve demokrasi mücadelesinde her zaman ön saflarda yer aldı. Özellikle Annan Planı sürecinde köylerden kentlere kadar her mücadelede yer alan bir örnek bırakmıştır. Onun pratiği, ekonomist bir sendikacı aklın “bu iş bize düşmez” sığlığına düşmedi. Mehmet Seyis, Kıbrıs’ı birleştirecek bir barış mücadelesinin işçi sınıfı kavgasının ayrılmaz bir parçası olduğunu berrak bir şekilde gösterdi.
Aynı siyasal geleneklerden ve her konuda aynı önermelere sahip olmamamıza rağmen Mehmet Seyis’i bizler dahil tüm sol hareket içinde önemli kılan da sınıf mücadelesinden vazgeçmeyen bu onurlu duruştur. Gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz kitap üzerine düşünürken aklıma gelen isim “emeğin kavgasına adanmış bir ömür”dü. Bir kitap kapağında koyamamış olsak da Mehmet Abi’yi anlatacak daha iyi bir tanımlama halen bulamıyorum.