
Eğitimde sorunlar her geçen eğitim-öğretim döneminde artarak devam ediyor. Okulların fiziki alt yapı eksiklikleri yanında, mevcut yapıları ile ilgili elle tutulur bir çalışma yapılmadığı görülmektedir. Bununla birlikte devlet okullarına yeterli bütçenin ayrılmamasından dolayı okul idareleri dönem içi faaliyetlerini çocuklara yaraşır bir şekilde yapabilmek için sponsor aramakta ya da velilerin desteğini isteme durumunda kalmaktadır. Bu yıl eğitimde yaşanan yeni sorunlardan bahsetmeden önce geçtiğimiz yıllarda yaşanan sorunların güncelliğini koruduğunu söylemekte fayda var. Bunun için de bu yazıda birçok sorunu tekrar etmek yerine, geçtiğimiz senelerde eğitimde yaşanan sorunlar ile ilgili yazılara bakmak yeterli olacaktır. Geçtiğimiz aylarda Eğitim Bakanı Nazım Çavuşoğlu’nun bir programda yaptığı açıklamayı duymuş ya da okumuşsunuzdur. “Son elli yılda yapılandan iki kat fazla iş yaptık.” Söyleminde bulundu Nazım Çavuşoğlu ve icraatlarını açıklamasında sıraladı. Ancak hem yaptığı açıklamaya hem de gerçeklere baktığımızda bir tutarsızlık olduğunu görmekteyiz. Ülkedeki eğitimde sorunlar son 50 yılda katlanarak artmış durumdadır. Bunu da hem geçmişte yaşanan sorunların kronikleşerek devam etmesinden hem de sorun üzerine sorun eklemesinden görmekteyiz.
Eğitimdeki en büyük sorunlardan birinin yetersiz okul sayısı ve alt yapı eksikliği olduğu ortadadır. Türkiye’de yaşanan depremden sonra ülkemizde yapılan çalışmalar sonucunda birçok okul binasının depreme dayanıklı olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu konuyla ilgili birçok okul binası yıkılmış ya da güçlendirme çalışması yapılacağı söylenmiştir. Ancak depremin ardından iki yıldan fazla geçmesine rağmen, hala birçok okulumuzdaki çalışmalar tamamlanmamış ve son elli yılın ardından çocuklarımız konteyner sınıflarda eğitim-öğretim hayatını sürdürmek zorunda bırakılmıştır. Konteyner sınıflar geçici çözümden öte o kadar bir benimsenmiş ki Eğitim Bakanlığı tarafından yeni okullarda bile ek sınıf olarak konteynerler düşünülmüştür. Son yıllarda devletin kendi öz kaynakları ile yaptığı bir okul maalesef bulunmamaktadır. Bunun yerine son yıllarda ülkenin büyük sermaye sahiplerinin bağış ve vergi indirimi adı altında okul yapmaları teşvik edilmiştir. Ancak bu okullar yapılırken de istenilen kapasite düşünülmemiş ve bölge ihtiyacı yok sayılarak yapılan okullarda bir yıl geçmeden konteyner sınıflar eklenerek toplama kampı ortamı yaratılmıştır. Tüm bunlar
yetmezmiş gibi bağış ve vergi indirimi adı altında yapılan okullara ilgili şirket ve şahısların ismi verilmiş ve manevi rant elde etmelerine imkan sağlanmıştır. Şu an halen birçok okulumuz inşaat, şantiye alanında, konteyner sınıflarda çocuklara eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürmek için uğraşmaktadır. Yakın zamana geldiğimizde ise iki tüzük konusu öğretmenleri ve toplumu meşgul etmektedir. Özellikle “Disiplin Tüzüğü” altında okullara baş örtüsü ile öğrencilerin okula girişinin önünün açılması toplumda laik eğitim anlayışının zarar görmesinden dolayı ciddi tepki ile karşılaşmıştır. Ülkede dini inanç özgürlüğü anlamında yaşanan herhangi bir problem yokken 18 yaşın altında çocuklar üstünden din istismarı yapılması, planlı toplum mühendisliğinin sonuçları olarak görülmektedir. Çünkü baktığımızda devlet eliyle beslenerek ülkemizde tarikat ve cemaatler güçlendirilmiş durumdadır. Böyle bir yapıda bu tüzüğün masumane özgürlükler anlamında görülmesi de abesle iştigaldir. Yaz aylarına girdiğimiz bu zamana baktığımızda bazı vakıfların çocuklara yaz okulu kapsamında dini içerikli etkinlikler yaptığını açıkça görmekteyiz. Kaldı ki yaz ayları dışında kalan dönemlerde de birçok çocuğumuz anne babalarından bir şekilde ayrı tutularak cemaatlerin misafirhanelerinde kalmakta ve sömürülmektedir. Ancak tüm bunlar bir günde olmadı. Sistemli siyasal İslamlaştırma politikalarının sonucu olarak karşımıza çıkmakta olduğu da aşikardır. Bu politikalara karşı yıllardır mücadele eden, çocuklara alternatif sunmak için toplumun aydınları ve öğretmenleri ile birlikte yaz etkinlikleri yapan bizler, geçen sene bakanlık tarafından “yaz okulu” dediğimiz için engellenmeye çalışıldık. Ancak bu
sene görüyoruz ki birçok dini vakıf, açık açık yaz okulu adı altında faaliyetlerine devam ediyor. Bununla ilgili de herhangi bir denetleme sürecine tabi tutulmuyorlar. Örgütlü kötülük çocuklarımızı devlet desteğiyle dönüştürme çabasına devam ederken, bizler laik, özgürlükçü eğitim ve gelecek için mücadele veriyoruz. Hükümet bir yandan TC politikaları ile paralel olarak siyasal İslam politikalarını hayata geçirmek için uğraşırken neoliberal politikalar anlamında da eğitimden elini çekmemiştir. Eğitimin piyasalaştırılması ve özelleştirme çabaları devam etmektedir. Bunu da disiplin tüzüğü mücadelesi içinde öğretmenlik sınavı tüzüğünde yaptıkları düzenlemede görmekteyiz. Ülkenin ücretsiz, planlı eğitim anlamında en önemli kurumlarından biri olan Atatürk Öğretmen Akademisi neoliberal politi- kalara karşı 20 yılı aşkın süredir sosyal devlet anlayışı anlamında son kale olarak durmaktadır. Şimdilerde yine okulun yıpratılması ve değerini kaybedip özelleştirilmesi anlamında hükümet edenler uğraşmaya devam etmektedir. Sonuç olarak son 50 yılda mevcut okul yapılarındaki sorunlar artarak devam ediyor. Yetersiz okul binalarından toplanma kampına dönen okul binalarına geçiş yaptık. Tam gün eğitim anlayışı sürdürülemeyecek şekilde özel okullar ve dershanelere yarayacak şekilde sürdürülmeye çalışılıyor. Bununla kalmıyor “en büyük Atatürkçüyüm ben” diyen Nazım Çavuşoğlu koltuk için toplumuna ihanet etmeye devam ediyor, laik eğitim anlayışını siyasal İslam politikaları karşısında yok etmek için uğraşıyor. Bununla da kalmıyor ülkenin en önemli değerlerinden olan Atatürk Öğretmen Akademisi’nin de neoliberal politikalar için harcayıp özelleştirilmesine veya sermayeye peşkeş çekilmesine olanak sağlıyor. Bizlere de ne mi düşüyor?
Halk düşmanı politikalara, Kıbrıslı Türklerin kimliği niteliğindeki değerlere yapılan saldırılara karşı cepheyi büyüterek direnmeye ve mücadele etmeye devam etmeliyiz. Örgütlü kötülüğe karşı ancak örgütlü mücadele ile direnebilir, kazanabiliriz.