Bir Mühürle Bitirilen Üretim: ABAD, kktc ve İhracatın Sonu – Aziz Güven

Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD), AB’nin yargı organı olup birlik hukukunun doğru yorumlanması ve uygulanmasını sağlamak ve birliğe üye ülkeler arasındaki hukuki bütünlüğü korumak amacıyla oluşturulmuştur. 1950’li yıllardan itibaren oluşmaya başlayan AB hukuk düzeni içerisinde ABAD, hem üye devletler hem de tüzel ve gerçek kişiler arasında oluşan ihtilaflarda bağlayıcı nitelikte kararlar alma yetkisine sahiptir; bu kararlar sadece üye ülkeleri değil, AB ile dolaylı ilişkisi bulunan ülkeleri ve bölgeleri de etkileyebilmektedir. 5 Temmuz 1994 tarihinde ABAD tarafından bir hüküm verilir. Bu hükümle kktc’den Avrupa’ya gönderilen tarım ürünlerinin “Famagusta” mühürüyle dolaşıma sokulması hukuken geçersiz sayılır. Gerekçe olarak ise bu mühürün Kıbrıs Cumhuriyeti dışındaki bir otorite tarafından verilmiş olması gösterilir. Kararla birlikte kktc’den yapılacak ihracat yalnızca “Mersin, Turkey” ibaresiyle ve Türkiye üzerinden mümkün hale gelir; böylelikle ülkenin AB pazarına erişimi ciddi biçimde kısıtlanır. kktc’nin üretimden koparılmasında ve üreten bir toplumdan memur toplumuna dönüşümünde bu kararın rolü çok büyüktür. Sessiz mahkeme, kapanan kapılar ABAD’ın ilgili kararına konu kritik davada kktc ve TC makamları ne resmi bir savunma yapmış ne de hukuki olarak davaya müdahil olmuştur. Mahkemeye avukat dahi gönderilmeyerek adeta hukuki bir sessizliğe bürünülmüştür. Bu pasif tutum kuşkusuz ki siyasi bir tercihtir ve bilinçli olarak benimsenen ‘kktc halkını üretimden koparma stratejisi’nin hukuki boyutta da sürdürüldüğünün göstergesidir. Kısacası sadece iç politikalarla değil, dış hukuk mekanizmalarına bilinçli olarak dahil olunmayarak da kktc’nin üretim ve ticaret kabiliyeti sınırlandırılmıştır. Eğer bu karara karşı hukuki bir savunma yapılmış olsaydı kktc’nin statüsüne dair uluslararası hukukta bir tartışma zemini açılabilir, ülkenin ticaret yapan bir toplum olma karakteri korunabilirdi belki. Veya alınan kararın kapsamı daraltılabilir veyahut bazı istisnalar talep edilebilirdi. Ancak bu “sessizlik” boşuna değildi; zira kktc’nin üretim temelli bir ekonomi yerine tüketim temelli ve ekonomide dışa bağımlı bir yapıya dönüştürülmesi politikasından vazgeçilemezdi. Famagusta’dan Mersin’e Üretimden koparılma süreci Türkiye’de Turgut Özal dönemi ile başladı. Özal’ın tarihe damgasını vuracak olan “Siz üretmeyin, biz sizi besleriz” söylemi de masumane bir yardım vaadi değil, kktc halkının sahip olduğu üretim kültürünün kademeli olarak tasfiye edilmesi anlamındaydı. Bu uğurda ülkede Sanayi Holding kapatıldı, fabrikalar işlevsizleştirildi; halkın büyük ölçüde memuriyet sistemine yönlendirilmesiyle de bu tasfiye süreci derinleşti. Sanayi Holding döneminde AB’ye ihraç edilen tarım ve sanayi ürünlerinin artık dış pazarda yer bulamayışı, ülkenin hem ekonomik bağımsızlığına hem de toplumsal iradesine yönelik gerçekleştirilen çok ciddi bir darbeydi. Sonuç olarak ABAD’ın 1994 tarihli kararı sadece teknik anlamda bir hukuk kararı değil, kktc’nin ekonomik, siyasi ve toplumsal yapısında çok derin izler bırakan adeta bir dönüm noktasıdır. O dönemin Başbakanı olan Eroğlu’ndan bugün destekledikleri Cumhurbaşkanı Tatara’a kadar uzanan UBP kültürü, bugün dahi “kktc’yi tanıtma” yolunda halka sayısız ve samimiyetsiz vaadlerde bulunmaya devam ediyor. 1994’teki hukuki pasiflik de böylesi bir siyasi kültürün karakteristiğiydi. Bu karakter de kendi hakkını ve statüsünü savunamayan, üretim yerine dışa bağımlı hale gelen toplumsal bir yapıya dönüştürülmüş bugünün kktc’sinin göstergesi olmuştur.

Leave a Reply

Facebook6k
Twitter2k
646